27 Eylül 2009 Pazar

Sevincimiz...

Biricik canım arkadaşım Begüm, şu sıralar üniversiteyi kazanmış olmanın sevincinde. Aramızda konu açıldıkça ikimizde mutluluktan sırıtıyoruz :)

Çok sevinçliyiz çünkü okulu hem İstanbul'a çok yakın hem çok istediği bölümü Felsefe... İnşallah herşey istediği gibi olur canım arkadaşımın.
Geçen pazar günü onunla beraberdik. Uzun bir süre boyunca D&R'da vakit geçirdik. 4 yıl boyunca okuyacağı kitapların bir kısmını aldı. Otobüste gelirken bende biraz inceledim. Felsefe; gerçekten ağır bir dal. Ama severek ve isteyerek okunduğunda hayata ve geleceğe dair birçok şey öğrenebilir insan.

İncelediğim kitap, Walter Krantz' ait olan Antik Felsefe adlı bir kitaptı. Orada Hesiodos'un İşler ve Günler adlı esrinden bir yazı okudum. Yıllar öncesinde yazılan bir metin beni şaşkınlık içinde bıraktı. Çok eski bir düşünürün fikirleri bu kadar mı gerçekçi ve ileri görüşlü olabilir diye düşündüm... Adam sanki geleceği görmüş, bu günleri görmüşte bu yazıyı yazmış. Günümüz dünyasında söylediği birçok şey bugüne uyuyor.

İşte o yazıyı burada paylaşak istiyorum:

Şimdiki soy demirdendir, ne gündüzleri
Dinledikleri var zahmet ve acıdan ne geceleri
Soysuzlar, ezici kaygılar verecek tanrılar
Fakat yine iyi şeyler katılmış olacak bunların kötülüklerine
Zeus yok edicek bu soyunu da ölümlü insanların,
Şakaklarında ağarmış saçlarla doğdukları gün

Ne baba çocuklara uyacak ne de çocuklar babaya
Ne konuk ev sahibini, ne arkadaş arkadaşı
Ne de kardeş sevecek kardeşi, eskisi gibi
Çok geçmeden saymayacaklar yaşlı ana babalarını
Hakaret edicekler onlara ağır sözler söyleyerek

Şerirler, tanrılarının öcünden çekinmeyenler
Kocamış ana babaya vermeyecekler bakımlarını geri
Güçle hak alanlar, yıkacaklar birbirlerinden kentlerini
Ne andına bağlıya değer verecekler, ne adile
Ne de iyiye. Kötülük işleyeni, haddini bilmeyeni
Daha çok sayacaklar, hak kola kalıcak

Saygı kalkacak, kötü kişi iyiye zarar verecek
Eğri sözlerle dogru olduguna da and içecek
Yoldaşlık edecek kıskançlık zavallı insanlara
Kötü sözler kötü bakışlarla, sevirenek zarara
Ve o zaman geniş yeryüzünden Olympos’a doğru
Parlak örtülere bürünerek güzel vücudunu
Ölümsüzler arasına gidecek, insanları bırakıp

Saygıyla utanma, kalacak acılarla kederler
Ölümlü insanlara, çaresi olmayacak felaketin.

Günümüzde de bunlar yaşanmıyor mu?

21 Eylül 2009 Pazartesi

İyi bayramlar...

Merhaba,
Bu gün bayramın 2 günü, daha doğrusu akşamı.

Ramazan bitti bile...
Ve bayram; o da bitmek üzere, yarın son gün.

Günler nasıl da çabuk geçiyor...
İlk gün yaptığımız yakın aile ziyaretlerine, ikinci gün ikinci derecede yakınlıktaki ziyaretlerle devam ettik. Allah'tan havalar çok soğumamıştı ve herkes yazlığındaydı. Bu nedenle de çok uzaklara gitmedik. En uzak yerimiz Silivriydi.

Aslında Ağva'ya gitmek istiyorduk. Özellikle de ben! (fotoğraf çekmek için..) Malesef havalar kötüydü. Biz de Silivri ile yetinmek zorunda kaldık. Annem babam ve Selim'e kalsa onlar için fark etmez. Ama ben devamlı farklı yerler istiyorum :)

Silivri sahiline küçüklüğümüzden beri gideriz. Çok hoş bir yerdir. Ama ne yazık ki insanlar doğaya iyi bakmıyor. Deniz çok kötü, çöp ve moloz artıklarıyla dolu. Zavallı kuşlar, balıklar çöpler içinde yaşıyorlar.
Kediler ise çok şanslı Silivri sahilinde...
Balık ve köftecilere gelen müşterilerin attıkları yiyecekler ile karınları hep tok. Hatta tombişler bile...
Ee bende besledim tabi kedicikleri.. Ama benimkisi tamamen karşılıklı, menfaat yüklü bir yardımdı. :) Çünkü attıklarımı onlar yerken ben fotoğraflarını çekiyordum :):) he he he...

Annem ve babanem soğuktan donsalar da, ben fotoğraf çekmek için erken kalktım. Ve birkaç tane kendimce hoş fotoğraflar yakaladım. Hatta bir fotoğrafımda, balığın zıpladığı anı yakalmışım :)

Silivri'den eve dönerken, selden en çok etkilenen yerlerden biri olan Yalıkent'i gördük. Sanki bir ölü şehir olmuş. Etrafta kimse yok, olanlarda etrafı temizlemeye çalışıyorlar. Gerçekten tüm evlerde büyük hasar var. Allah herkese yardımcı olsun.

Sonuç olarak güzel bir gündü. Güzel bir bayram gününü anılarımı yazarak ve fotoğraf çekerek bu günü kendimce ölümsüzleştirdim...

13 Eylül 2009 Pazar

Sevimli dostlarımız, hayatımızda...


Kedileri, hayvanları severim.
Özellikle de, yeni doğmuş, yavru kedileri. Çok tatlı oluyorlar...

Bebekler nasıl hareketli, yaramaz cıvıl cıvıl oluyorlarsa, hayvanların yavruları da öyle oluyor. Bazen ürkek, bazen meraklı, kimi zaman yaramaz... Ama her şekilde çok sevimliler...
Ben hayvanların evde beslenmesine karşıyım. Çünkü bu onların doğasına, yaşamına aykırı. Bir insan hapishanede nasıl mutsuzsa, hayvanlar da bence kafeslerinde ya da evin içinde öyleler. Küçük bir bahçe de olsa toprağa basmalılar. Çünkü onların evi toprak, bahçe, çim...
















Köpeklerin evden dışarı çıkınca nasıl mutluluktan her yere koştuğunu görüyorum. Her ne kadar bazı kişiler hayvanların sokakta yaşayamayacaklarını savunsalarda, bence onları eve kapatmak sevimli dostlarımıza eziyetten başka birşey değil...

Hayvan besleyeceksek onları sokaklarda veya temiz barınaklarda da besleyebiliriz. Biz onları biraz seveceğiz diye, hayvancıkları apartmanın dördüncü katındaki daireye hapsetmek ne kadar doğru bir olay?

12 Eylül 2009 Cumartesi

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...


Mutluluk dolu bu fotoğrafı görünce, başlık olarak ne yazsam diye düşünmeye başladım. Öyle ya; onlar ermiş muradına.. gerisi boş... Bize de mutluluk dileklerinde bulunmak düşer.
Bu seneler pek düğün yok bizim ailede. Ama yine de her sene bir düğün çıkıyor. Bu senede annemin kuzenin düğünü vardı. Önce nikah sonra düğün...
Nikah bildiğimiz sıradan bir nikahtı işte. Ama düğün için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.
Damadımız bir İngilizdi. Bu nedenle düğün birazcık farklı oldu. Ama şimdiye kadar gittiğim en sıcak, samimi, eğlenceli düğündü diyebilirim. Gelin ve damadın yakınları vardı sadece düğünde. Yani fazladan insanlar yoktu. Biz bize samimi bir düğün gecesiydi.
Fazla kalabalık olmaması gelin ve damatla daha fazla sohbet ve fotoğraf çekmemizi sağladı. İngilizlerin geleneklerine göre bir düğün oldu. Farklı bir düğün olmasının nedenlerinden en büyüğüde bu galiba.

Önce gelin ve damadın en yakın arkadasları onlar hakkında güzel düşüncelerini paylaştılar, komik anılarını anlattılar. Böylece gece hoş anılarla, yüzlerde ise gülücüklerle başladı. Gelin ve damat alyanslarını birbirlerine taktılar. Sevgi, dost, aşk ve geleceğe dair sözlerle birlikte... Şahsen bu benim çok hoşuma gitti. Bizde düğünlerde gelin ve damat hiç konuşmazken, farklı bir kültürde sevgililer düşünce ve duygularını topluluğa açıklaması ilginç ve hoş bir an...
Bunlardan sonra çok eğlenceli bir an daha vardı. Damat gelinin jartiyeri çıkardı, ve bekar bir erkeğe attı. Gelin çiçeğinin bekar kızlardan birine attı. Vee, elinde jartiyer olan bekar erkek, çiçeği alan bekar kıza onu giydirdi. :) :)

Tabi biz bu olayı bilemediğimiz için merak ve şaşkınlıkla izledik ve sonunda bol bol güldük. İngilizler bu olayı geleneksel olarak yapıyorken, bizim bundan haberimiz yoktu. Ve bu eğlenceli olay, Türkler için gecenin süprizi olmuştu.

Ortam çok güzeldi. Özel bir İngiliz anaokulunun bahçesi. Bu okul üç villadan oluşuyor ve ortasında yeşil bir bahçe var.
Şansımıza hava da çok güzeldi o akşam. Yemekler, süslemeler ikramlar, müzikler, herşey çok doğaldı, güzeldi.

Başımda kuvvetli bir migren ağrısı olmasına rağmen, o akşam her şeyin fotoğrafını çekmek istedim.

Düğünümüz çok güzel geçti. Güldük, eğlendik, fotoğraf çektik... Anladım ki farklı ülkelerden, kültürlerden, mevsimlerden olsakta, dünyada bizi birbirmize bağlayan şeyler var; sevgi, insanlık, doğa, yaşam, gelecek, ümitler, ortak duygular...

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden...

Sonsuzlığa Giden Yol

Merdiven logosu ve fotoğrafları bir çok yerde kullanılır. Merdiven; iniş ve çıkışı, başarı ve çöküşü ifade eder.

Metrodan bizi gün yüzüne çıkaran merdivenler, bir çok şeyi anlatabilir. Bir merdiven fotoğrafı bir çok anlam içerebilir. Bir şirket logosunda merdiven çıkılması başarının yükselişi, inişi ise başarısızlığı ifade eder. Yine bir dersane kitapçığında bu merdivenlerle ifade edilir.Cennet ve cehennem kavramları film, dizi veya çizgi film gibi yerlerde merdivenle tasvir edilir.

Ben bu fotoğrafımı güneşli bir günde metrodan çıkarken çektim. Merdivenin yukarısında, ışığın yoğun olduğu yerde oluşan ışık patlaması fotoğrafı farklı yaptı. Bende bunu simetrik olarak kimse yokken çektim. Ortaya değişik bir görüntü çıktığını düşünüyorum.

Bu fotoğrafa bakınca şu düşünceler aklıma geliyor: Başarı  sonucu mutluluktur, canlı renklerle tasvir edilir, ışık olarak aydıınlıktır. O zaman bunu başarıya göre yorumlarsak, merdivenin yükselmesi mutluluğu, huzuru getirir. Aynı şekilde cennette giden yolu bu şekilde tasarlayabiliriz. Cennet huzur ve aydınlıktır merdivenide bu fotoğraftaki gibi olabilir. Bana göre fotoğraftaki ışığın doruk noktasıdır. O da sonsuzluğu ifade eder.

Bu fotoğraf bana simetrik açıları, mutluluğu ve sonsuzluğu çağrıştırdığı için bunu farklı buluyorum. Umarım sizde beğenirsiniz…

10 Eylül 2009 Perşembe

Tekirdağ yollarında..


Tekirdağ'ı çok seviyorum. Aslında bir bağlantımız yok ama neden bilmiyorum çok yakın ve doğal gelir bana. 

Bu yaza kadar hiç içine girmemiştik, ama yoğun ısrarım üzerine babam yön değiştirdi ve kısa bir Tekirdağ turu yaptık. Sımsıcak bir yer. Benimde Trakyalı olmamdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama oraya karşı ilginç bir sevgim var. 

Hep yol üstünden görürdüm Tekirdağı. Fotoğraf tutkum oluşmaya başlarken, babamı "müsait bir yerde" durdurur,  -ki bu müsait yerler hep fotoğraf çekmek istediğim yerlerdir- bol bol çekerdim, çekerim, çekeceğim.

Bu ayçiçekli fotoğrafımı da liseye giderken çekmiştim. İyi bir poz için bayağı bir uğraşmıştım. Çünkü toprak çok sıkı ekilmişti ve koca koca delikler vardı. Artık o deliklerin sahibi yılan mıdır, köstebek midir bilmiyorum...


Bu sene E-5'le yetinmedim, şehir merkezini de gördüm. Uğradığımız sırada Kiraz Festivali etkinlikleri vardı. Sahilde ve adını tam olarak bilemediğim yerlerde köylüler kiraz satıyorlardı. 

Bol bol, tatlı ve ekşi, kırmızı kirazlar... Ne kadar da çok işe yarar onlar... Sağlığımız için kırmızı sebze ve meyveler çok faydalıymış.. 
(Ananem hep söyler..)

Farkında değiliz belki ama kirazlar aslında çok kullanışlıdırlar, mideye gitmeden de bize fayda sağlayabilirler; Küçük bayanların kulağına küpe olurlar örneğin...
Büyük bayanlar saplarını kurutur, kaynar ateşte demler, sonrada içerler...

Gizemli damlacıklar...

İlginç bir havası var Yerebatan Sarnıcı'nın...

Nemli, hafif serin, loş, rutubetli...
Ama insanın nefesini tıkamıyor. Astımlılar rahat ediyor burada. Hatta astımı olan annem, nefesinin açıldığını söylüyor. Psikolojik mi bilmiyorum ama, gerçek bu. Ortam tarih kokuyor.


Yerler biraz ıslak. Özellikle Medusa Tanrıcasına doğru giderken yerlerin bayağı ıslak olduğunu görüyoruz. Vücudumuza arada sular damlıyor. Benim koluma damladı. Bu su nereden geliyor? Çok ilginç... Yerebatan Sarnıcı'nın zeminde balıklar da var; rengarenk, çeşit çeşit, büyüklü küçüklü balıklar özgürce dolaşıyorlar. Turistler sarnıcın suyuna para atıyor. Ne kadar şanslı ve zengin balık bunlar. Paraların içinde yüzüyorlar resmen :)



Koskoca 9 metrelik sütunların asırlar önce oralara nasıl yerleştirildiğini düşündüğümüzde şaşırmamak elde değil! İşte asırlardan kalma bir başarı hikayesi... Burada fotoğraf çekmek için biraz daha dikkatli olmak gerekiyor. Makineniz çok profesyonel değilse, devasa alanı aydınlatmak için muhtemelen flaş yetmeyecektir. Flaşsız çektiğimizde ise elimizi titretmemezi gerekiyor. Yoksa renkler birbirine karışır. En iyisi tripod (üç ayak) kullanmak. Tripodu taşımak için kendimde güç bulamadım. Bende elimin titrememesi için bayağı uğraştım. Umarım beğenmişisinizdir.

Daha fazla bilgi için resmi sitesi;
www.yerebatan.com

7 Eylül 2009 Pazartesi

Merhaba!

Uzun zamandan beri yapmak istediğim fakat bir türlü fırsat bulamadığım blogumu hayata geçirmiş durumdayım.
Burayı ne sıklıkla güncelleştireceğim konusunda şu an bir fikrim yok. Fakat çektiğim fotoğrafları bir an önce yayınlamak amacını baz alırsam, blogum devamlı güncel olacak demektir. :)
Hemen belirteyim; fotoğraf çekmek şu sıralar benim 1. tutkum diyebilirim. Ayran gönüllü olmadığımı belirtmem gerekirse, bu tutku uzun yıllar devam edeceğe benziyor. Zaten bundan bir şikayetim yok. Hayatımda en sevdiğim uğraşlardan biri fotoğraf çekmek. Hayat bu ne gösterir bilemeyiz ama yaşamım boyunca bundan vazgeçeceğimi düşünmüyorum.
Fotoğraflarımı, çekerken ki düşüncelerimi, duygularımı burada paylaşacağım. Komposizyon ve düz yazı sevgimi ve merakımı da ekleyeceğim tabiki. (Arada Türk Dili projemden ve lisedeki komposizyonlarımdan kopya çekebilirim (:Nasıl olsa onlar da benim..)
Fotoğraf haricinde güncel olaylar, hayatımdan son dakika haberleri ve farklı konulardaki fikirlerimi de bulabilirsiniz. Ne de olsa internet gazeteciliğinde ilerleyeceğim, şimdiden prova yapalım. :) (inşallahhh..)