11 Aralık 2009 Cuma

Sonunda bitti..

Ve bitti...
Sonunda vizelerimiz bitti. (yaklaşık bir ay sonra finallerimiz başlayacak.)

Yetiştirilmeyi bekleyen projeler, eksik notların takibi ve sınavlara hazırlanma derken çok yorulduk. Üstelik önümüzdeki hafta okul ve staja aralıksız devam edeceğiz. 1 haftacık tatil olsaydı fena mı olurdu? O kadar uykusuz kaldık. Biraz uyurduk, güç toplardık... :(

Vizeler için bu dönem 2 proje gerçekleştirdik. Biri bilgisayarda yaratıcı çalışmalar diğeri grafik animasyon dersi içindi. İkisi de uzun uğraşlar sonucunda tamamladım ve teslim ettim. Bunları burada paylaşmak istiyorum:

Bilgisayarda yaratıcı çalışmalarda web projesi yaptık. Sitenin içeriği, konusu, metinleri bize aitti. Domain, hosting ve blog aldık. Sonra blogu domain adresine aktardık. Bu konuda staj yerinden arkadaşım Yiğit sağolsun bana çok yardımcı oldu. İşte sitemin adresi. Site hakkındaki bilgiyi burada bulabilir, yorum yazabilir, fikir verebilirsiniz.. http://www.ihtiyaciniyarat.com/

İkinci uygulamalı projem ise Grafik Animasyon dersiydi. Gerçekten çok yorucuydu. Ama sonunda beğendiğim işler çıkardım ortaya. Konu mankenlerim, başta kuzenim Fulya, dedem ve ananemdi. :) Bu projede Flash programında animasyon ve storyboard hazırladık. Yine staj yerinden arkadaşım olan Özgür çok yardım etti. Ama en büyük yardımı bana flash programının başlangıcını öğretmek oldu. Ama malesef burada animasyonu değilde storyboardu paylaşmak istiyorum.


Yarın kuzenlerle buluşup sözde vizelerimin bitişini kutlayacağız. Artık sonuçlar açıklandığında daha sağlam bir kutlama istiyorum :):):)


29 Kasım 2009 Pazar

Parklarda sonbahar...

Sonbaharın kalıntılarını parklarda da görebiliyoruz...
Yaz bitmiş, havalar soğumuş, çocuklar evlerinde, okullarında, bilgisayar başında. Çocuk parkları canlanmak için güneşi bekliyor, çocuklar oyun oynamak için güneşin sıcaklığını bekliyor...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Ağva...

Çok şirin bir yermiş Ağva...



Sonbahar ayrı bir güzellik katmış sanki. Yerlere dökülmüş sarı, turuncumsu yapraklar ayrı bir güzellik eklemiş güzelliğine.

Üniversitemizin fotoğrafçılık kulübüyle gittiğim gezide çok eğlendik. Hava fotoğraf çekmek için çok uygun olmasa da, yine de güzel fotoğraflar yakaladığımı düşünüyorum.
Uzun zamandan beri gitmek istediğim yerlerden biri olan Ağva, gerçekten çok tatlı bir yermiş. Yol uzun sürse de, gezimiz amacına ulaştı...

Ağva'ya giderken şöförümüz buranın eski yolundan girmiş. Bu yolumuzun yarım saat uzamasına neden oldu. Yerlere dökülmüş yapraklar ve sonbahar içinde yol çok güzel dursa da, virajlar insanı korkutuyordu. Acayip derecede sert kıvrımlar vardı yolmuzda...



Bu da ürkmemize sebep oldu. :) Ama yine de eğlenceliydi.

Yol her ne kadar uzak olsa da gezi çok güzel başladı. İstanbul sınırları içinde inek göreceğim aklıma gelmezdi. Yaşlı teyzeyi inek sürüsünü toplamakla meşgul görmek, yüzümde kocaman bir gülücüğe neden oldu. Herşey ne kadar doğal ve güzel oralarda...

Yemyeşil ormanlar, tertemiz suyu, ve dereleriyle Ağva bizi güzel karşıladı.




Tekne ile yaptığımız dere gezintisi çok güzeldi, eğlenceliydi.


Muhteşem görüntüler vardı.


Ağaç görüntülerinin dereye yansıması, ördek ve kuşların sudaki hareketleri hepsi çok ilgimi çekti. Dere üzerindeki oteller ve restaurantlarda mutlaka gidilesi gereken yerlerdenmiş...
Kumsaldaki görüntüde çok ilginçti. Daha önce hiç görmediğim kayaları gördüm. Kayaların yüzeyi gri rengteydi, üzeri ise timsah derisine benziyordu. Neden buna benzettiğimi ise bilmiyorum. :)


Ağvanın geniş kumsalında birçok kurumuş yaprak ve ağaç kütüğüne rastladık.
Yakınlarda ağaç olmadığı halde kumsalda çok sayıda yaprak ve kütük vardı. Bunların nereden gelebileceğini arkadaşlarla düşünürken şu karara vardık; zamanda dereye düşen ağaçlar, rüzgarın gücü, suyun kaldırma kuvvetiyle metrelerce sürüklenmiş ve denize dökülmüştü. Denizde kuvvetli dalgalarla bunları sahile vurmuştu.



Görüntü ise muhteşem... Aynı filmlerdeki gibi:)

Gezi sırasında ki tek sıkıntımız yemek sırasının çok uzun olmasıydı.



Yemek için tam 1,5 saat sıra bekledik. Zaten sıranın en sonuna yetişmiştik. Fotoğraf çekelim derken yemek için sıraya girmek aklımıza gelmedi. :) Ellerimize aldığımız kuru ekmeklerle sıramızı beklerken bir baktık ki açlıktan elimizdeki ekmeğin yarısına gelmişiz. :) Köftelerimizi aldığımızda ise kısa bir şok daha yaşadık, neredeyse bütün köfteler çiğ gibiydi :S
300 kişiye mangalda köfte yapmak kolay değil tabi. İnsanları bir an önce doyurmak için hızlı pişirildi sonuçta. Olsun. :)



Sonuç olarak yemekten pek memnun kalmasakta çok güzel vakit geçirdik. Dönüşte farklı bir yoldan gittik. Bu yol üzerinde daha çok köy evi gördük. Herşey çok doğal çok güzeldi.
Özlediğimiz temiz havayı ve manzarayı burada ruhumuza depoladık... :)

İşte hayalimdeki ev :) :)

5 Kasım 2009 Perşembe

Nice mutlu yıllara Türkiye Cumhuriyeti!!!




Cumhuriyet Bayramı çok güzel geçti. Sabah çevre okulların bandosu eşliğinde okullar yürüyüş yaptı, resmi tören düzenlendi. Akşam ise fener alayı vardı. Her zamanki gibi yine çok güzel görüntüler çıktı ortaya. Bayram tüm çosku ve sevinciyle kutlandı.

Büyükçekmeceliler gittikçe büyüyen bir konvoyla sahili dolaştı. Çocuklusu yaşlısı her yaştan cumhuriyetsever vardı konvoyda...

Bende bol bol fotoğraf çektim tabi :) İşte o fotoğraflardan bazıları:


Yaşlı ve yorgun bedenler herşeye rağmen Cumhuriyet Bayramımızı kutlamak için ellerinde bayraklarla sokaklardaydı...



Atatürkçü Düşünce Derneği de her zamanki gibi bu bayramda da buradaydı.... Onlardan başka dernekte yoktu zaten...


Konvoyun başladığı yerden, bitiş noktasına kadar bize katılan sadece insanlar değildi. Bu sevimli dostumuz da bizi sessizce takip etti. Havlamadan, insanlara huzursuzluk ve rahatsızlık vermeden fener alayı boyunca bizimle yürüdü.

Bu Allah'tan gelen birşey gibi sanki. Cumhuriyet rejiminin ne kadar rahat ve mutluluk verici bir yönetim sistemi olduğunu düşünemeyen insanlar bu köpek kadar olamamışlar. Ulusal bayramları kutlamayı salaklık ve yorgunluk olarak gören insanlar şu köpeği görmeliler. O bile bu güzel bayramı coşku içinde kutladı.

Çevresindeki meraklı ve gülümseyen bakışlar içinde yürüyüşünü tamamladı...



Bu yılda her zaman ki gibi dolu dolu bir bayram kutladık. Sayelerinde buradayız, rahatız, huzurluyuz, özgürüz ve daha niceleri...

Bize Cumhuriyerimizi veren büyüklerimize, başta ATA'mız olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkürler...

ATATÜRK diyor ki:
-Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, O'nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.

-Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

-Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.

-Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

-Cumhuriyeti kuranlar onu korumaya da muktedir olmalıdır.

-Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.

25 Ekim 2009 Pazar

Cansu ile yaptığım röportajım...

Cansu ile ödev için yaptığım röportajım. Teşekkürler canım arkadaşım.

“Çözüm stratejileri öğrencilere derslerde öğretiliyor”

Global kriz tüm dünyayı ve Türkiye’yi etkisi altına aldı. Birçok kişi bundan olumsuz etkilendi, etkileri de hala devam ediyor. Peki, ekonomi ve mali işlerle ilgili bölümlerde okuyan üniversite öğrencilerine, büyük ve küçük krizlerde nasıl ders veriliyor? İşletme, ekonomi, pazarlama, ticaret gibi mesleklerde çalışacak öğrencilerin fikirleri, işletme ve gelecek hakkındaki düşünceleri neler? Üniversitelerde okutulan dersler, güncel yaşamda da geçerli mi, yoksa sadece okulda ders olarak mı kalıyor?

İstanbul Aydın Üniversitesi İngilizce İşletme ikinci sınıf öğrencisi Cansu Yıldız, yaptığımız röportajda bu sorularımıza cevap verdi. Bölümünde ikincilik derecesi olan Cansu Yıldız, aynı zamanda çalışan bir öğrenci olarak piyasa hakkındaki fikirlerini bizimle paylaştı. Mesleğinin geleceği ve bölümüyle ilgili bize açıklamalarda bulunan Yıldız, işletme bölümünü öğrenci ve piyasada çalışan biri olarak değerlendirdi.

İngilizce İşletme bölümü hakkında ne düşünüyorsunuz?

İyi bir işletmeci olmak isteyenler için iyi bir bölüm olduğunı düşünüyorum. Okulumuz iyi bir işletmeci ve başarılı bir lider olması için öğrencilerine iyi bir eğitim veriyor. Bölümümüz de geleceğin mesleği. Her geçen gün bu bölüme talep artıyor.

Üniversitenizin iyi bir eğitim verdiğine inanıyor musunuz?

Üniversitedeki hocalarımızın gayet kaliteli olduğuna inanıyorum. Hocalar anlamadığımız başka dersler hakkında bile bize yardımcı olabiliyorlar, kendi derslerinden fedakarlık yapıyorlar. Dersi anlamamız için her türlü yardımı ve eğitimi veriyorlar.

İngilizce İşletme zor bir bölüm. Sınavlarınıza nasıl hazırlanıyorsunuz?

Önce Türkçe’sine çalışıyorum, konuları anlıyorum. Daha sonra ingilizcemin yeterlilik seviyesine göre konuları toparlayıp, sorulan sorulara o şelikde cevap veriyorum

Bölümünüzü isteyerek mi seçtiniz?

Meslek lisesi muhasebe bölümünden mezun olduğum için bana en uygun bölümün bu olduğunu düşündüm. Kariyerime bu alanda ilerlemek istiyorum.

İşletmeyi ingilizce okumanın dezavantajları var mı?

Bu bölümü okuyunca çok iyi ingilizceye sahip olacağız. Dezavantajı ise, işletme dersinden çok ingilizceye ağırlık veriliyor. Bu da bazen işletme dersinin bazı konularda aksamasına neden oluyor.

Ailenizde işletme ile uğraşan biri var mı?

Ailemde işletmeci sıfatıyla görev yapan yok. Fakat kendi dükkanlarını kendileri işletiyor. Dolayısıyla işletmeci de oluyorlar. İsim olarak işletmeci olmasalarda, kendi dükkanlarını işleterek bu işi de yapıyorlar.

Mesleğinizin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ticaretin gelişmesi ve kitle iletişim araçlarının artması ingilizceye olan ihtiyacı doğurdu. Her işte olduğu gibi işletmede de ingilizce olması gereken özelliklerden biri. Ve ingilizce bilmek gittikçe zorunluluk haline geliyor. Gelecekte bu mesleğe ingilizce yetmeyecek iki-üç dil bilmek mecburi hale gelecek. Bu da ülke olarak daha fazla ticaret yapmamıza olanak sağlayacak. Sonuç olarak gelecekte bölümün daha fazla ilerleyeceğini düşünüyorum.

İşletmenin hangi alanında görev yapmak istiyorsunuz?

Finansla ilgili olduğum için ve bu alana daha fazla yararlı olacağıma inandığım için bu alanda çalışmayı düşünüyorum.

Siz hem okuyor hem de çalışıyorsunuz. Bu alanda çalışan biri olarak işletme alanını mali bakımdan nasıl buluyorsunuz?

Küresel kriz tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de kötü bir şekilde etkiledi. Işletmeler maliyetlerini düşürmek için işçi sayılarını azaltmak zorunda kaldı. Bu neden işsizliğin artmasına sebep oldu. Tüm işletmeler şu sıralar toparlanmaya çalışıyor.

İşletme okumanın piyasaya faydası nedir?

Bu tür küresel krizlerde işletmenin en az zararla krizi aşması gerekir. Nasıl bir yol izlenmesi gerektiği ise öğrencilere bölüm derslerinde anlatılıyor. Çözüm stratejileri öğrencilere detaylı olarak öğretiliyor.

İngilizce İşletme okumak isteyen öğrencilere, bir öğrenci olarak tavsiyeleriniz neler?

Bu bölümü okumak isteyenler, piyasayı, ekonomiyi ve yönetimi çok yi bir şekilde takip etmeleri gerekiyor. Özellikle dersleri kaçırmamak lazım. Güncel olaylarla bölüm derslerini özdeşleştirmek gerekiyor. Ben tüm arkadaşlarıma bölümümü ve mesleği tavsiye ediyorum.

Böğürtlen Çayı...

Hmmm...
Böğürtlen çayını çok severim. Böyle hem ekşi hem tatlı...
Hem rengi de güzel, görüntüsü de.

Araştırdım; çokta faydalıymış...
Ben tavsiye ederim, deneyin!!!
İşte faydaları, işte fotoğrafları ;)

"C vitamini deposu ve antioksidan özelliğinden dolayı hücre yaşlanmasını durduran böğürtlen kanı temizliyor, tok tutuyor, hafızayı tazeliyor. Sadece meyvesi değil yaprağı da yararlı uzmana göre. Böğürtlen yaprağından yapılan çay ağız yaraları için birebir. Kurutulmuş yapraklarından yapılan şurubun ise kanı temizleyici etkisi var. Öksürüğe şurup gibi.

YAPRAĞINI KAYNATIN...!
Sadece meyvesi değil yaprağı da yararlı uzmana göre. Böğürtlen yaprağından yapılan çay ağız yaraları için birebir... Kurutulmuş yapraklarından yapılan şurubun ise kanı temizleyici etkisi var. Öksürüğü olanların da içmesinde fayda olan bir şurup bu.

TOK TUTUYOR...!
Özsuyundaki asitler, mineraller ve vitaminler birçok işleve sahip. Aynı zamanda meyve olarak da etkili. Zindelik kazandıracak yegane meyvelerden biri. Diğer yandan damar sağlığına da olumlu etkisi saptanmış. Böğütlen zayıflamak isteyenler için de derman... Tok tutucu özelliği sayesinde yemek ihtiyacını azaltıyor. Kan şekerini de etkilemediği için en iyi zayıflama ilacı.

CİLDİ GENÇLEŞTİRİYOR...!
Tabii antioksidan zengini bir meyve olan böğürtlen genç kalmak için de birebir.... Ağustos ayı boyunca meyvenin yabanisi kırlarda, ormanlık yerlerde bulunabiliyor. Böğürtlenin en önemli ve kadınları ilgilendiren özelliklerinin başında cildi gençleştirmesi geliyor.
İçinde çok fazla miktarda C vitamini bulunuyor. Böğütlenin bu mevsimde henüz çiçekleri var. Bu çiçekleri toplarsanız bir güzellik hammaddesi elde etmiş olursunuz. Bunları kaynatırsanız güzel bir vücut ve el losyonu elde edersiniz...!"*

22 Ekim 2009 Perşembe

Kamelyalı Kadın...

Cumartesi günü çok güzel geçti...

Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nin kapanmasının ardından bir türlü Kadıköy'e bilet almaya gidememiştim. Aslında gidecek çok oyun var. Ama buradan gişeye gitmek tam bir felaket benim için. Artık biletleri internetten alma konusunda kararlıyım.


AKM çok güzel bir sahne. -idi, çünkü kapatıldı- Süreyya Operası'na daha önce hiç gitmemiştim. Ama o sahneninde çok hoş dekore edildiğini gördüm. AKM'ye göre biraz küçük, fakat iç dekorasyonu çok ilgi çekici. Salonu dikkatli incelediğinizde kendinizi rönesans dönemlerinde gibi hissedebilirsiniz. AKM modern bir alan bizlere sunuyorken, Süreyya Operası bizleri yüzyıllar öncesine götürüyor.

Fakat ne olursa olsun hiç bir şeyin yerini AKM'ye değişmem. Orası benim sahne sanatlarına karşı duyduğum ilginin başlangıç noktası. Çok hoş anılarımın olduğu yer. İlk modern sanat merkezimiz. Başına onca şey gelmesine karşılık, gizemini ve asaletini hala koruyor benim gözümde.
Keşke geleceğinde yıkılma planları olmasa. Tarihi bir yer olması gereken bu sanat mekanı, keşke birilerinin çıkarlarına alet edilmese...



Süreyya Operası şu anda koskoca İstanbul'un tek büyük sahnesi. Öyle ki başka bir yerde opera ve bale oyunları sergilenemiyor. Birçok oyun alan darlığından dolayı oynanamıyor. Oyuncular orada rahat değiller. Zaman zaman sanatçılar protestolarıyla bunu dile getiriyorlar.

Süreyya Operası bu sorunlara rağmen kapıları sanatseverlere açık, seyircilerini bekliyor. Ama düşünülenin aksine, izleyiciler oyuncuları ve sahneyi hiçbir zaman yalnız bırakmıyor. Opera, bale ve tiyatro oyunları hep dolu. Hatta istediğiniz yerden bilet almak için bir ay öncesinden yer ayırtmanız gerekiyor.

Ne güzel, toplumumuzda az da olsa, sanata önem veren insanlar var... :)



Gittiğimiz oyun çok güzeldi. Romantikti, dramatikti, hüzünlüydü...
Kamelyalı Kadın... Hasta bir kadının hayata tutunmak istemesi, ölüm ve yaşam arasındaki mücadelesi... Sevgilisinden ayrılmak istememesi...
Ve bütün bunların sözsüz, lirik hareketler ve Vivaldi müziğiyle bütünleştiğini düşünün. Tüm konunun estetik hareketlerle, muhteşem müzik, kareografi, kostümler, dekor ve ışıklarla birleşmesi... Usta oyuncuların olağanüstü yorumları...



Hepsi çok güzel ve estetikti. Ben çok eğlendim...

Kamelyalı Kadın oyunun İstanbul Devlet Opera ve Balesi sitesinden aldığım içeriği ise şöyle:

PROLOG

Violetta, Kamelyalı Kadın, ölüm döşeğinde yatmaktadır. Ölmeden önce, Ölüm'le gitmeden evvel, son kez Alfredo'yu görmek istemektedir. Violetta, günlüğünü açar ve kısa ömrümün tek aşkı olan Alfredo ile geçirdikleri güzel günleri hatırlar.

1. PERDE
Baron her gün violetta için bir parti düzenlemektedir. Hasta Violetta hariç herkes Baron'un verdiği gösterişli partilerde kendilerinden geçercesine eğlenmektedir.
Baron ve Violetta'nın arkadaşı olan Gastone, yakışıklı bir erkek olan Alfredo'yu partiye getirir. Baron, Alfredo'yu Violetta'ya tanıtır. Alfredo genç kadının güzelliğine kapılır ama üzüntülü görüntüsünün nedenini anlayamaz. Alfredo'nun saflığı ve utangaçlığı Violetta'yı rahatlatır. Bu ilk görüşte aşktır. Fakat Baron'la beraber yaşayan Violetta aşkını açıkça gösterememektedir. Ölüm her seferinde daha yakına gelmekte ve Violetta'ya yaşayacak çok az günü kaldığını hatırlatmaktadır. Violetta Aşk ve Ölüm ile kavga etmektedir. Ölüm'den ona biraz daha vakit vermesini ister. Bu sayede Alfredo'ya olan gerçek aşkını gösterebilecek ve her şeyi terk edip onunla yaşayabilecektir.

2. PERDE

Violetta ve Alfredo, Paris dışında beraberce çok güzel vakit geçirmektedir. Hastalığından dolayı acı çekmemekte ve korkmamaktadır. Annina Paris'ten döndüğünde Alfredo, Violetta'nın ekonomik zorluk çektiğini ve ev masraflarını Baron'un karşıladığını öğrenir. Öfke içinde gizlice Paris'e gider.
Germont, oğlu Alfredo evden çıkarken gelir. Annina'dan Violetta'yı çağırmasını ister. Violetta, sevgilisinin babasını gördüğüne hem mutlu olur, hem de endişe duyar. Germont, Violetta'dan Alfredo'yu unutmasını ve onunla bir daha görüşmemesini ister. Alfredo yeni bir hayata başlamak üzeredir, büyük bir kariyer onu beklemektedir ve Violetta'nın isminin aileye kötü bir ün verdiğini söyler. Violetta Germont'a oğlunu bırakacağı sözünü verir.
Alfredo, Paris'ten geri döner ve Annina'yı evi terk ederken görür. Violetta'nın onu terk ettiğini ve bir veda mektubu yazdığını söyler. Yazılana inanmayan genç adam, Violetta'yı bulmak ve gerçeği ondan öğrenmek için tekrar Paris'e gider.
Flora'nın evindeki partide herkes eğlenmektedir. Bir köşede çok para kazanmış olan Alfredo sarhoş bir halde oturmaktadır. Violetta ve Baron partiye gelir. Herkesin meraklı bakışları altında Flora, Violetta'yı diğer misafirlere tanıtır. Violetta'yı Baron'un kolunda ve pahalı kıyafetler ve mücevherler içinde gören Alfredo, genç kadının tüm bu şatafat olmadan yaşayamayacağını düşünür ve terk edilme nedenini buna yorar. Violetta ile yüz yüze gelince kazandığı tüm parayı onun yüzüne atar. Violetta gerçeğin öğrenilmediğini anlar; Alfredo ise partiyi terk eder.


EPİLOG

Violetta ölüm döşeğindedir. Günlüğünün son sayfasını yazacak gücü kalmamıştır. Alfredo ile olan günlerinin ne kadar güzel olduğunu düşünür. Violetta, Alfredo'yu bir kez daha görmeyi ister. Annina genç adamı bulur ve Violetta'nın ölüm döşeğine getirir. Violetta Ölüm'ün kollarına düşer. Alfredo'nun elinde sadece bir günlük, kamelyalar ve Violetta, Kamelyalı Kadın, kalmıştır.

Başrollerinde en başarılı oyuncular oynuyor:
Violetta: İlke Kodal
Alfredo: Arkın Zirek
Baron: Oktay Keresteci
Ölüm: Mehmet N. Arkan

Oyunda fotoğraf çekmek yasaktı. Ben de bitmesini bekledim. Aslında çekmeyecektim, ama dayanamadım. Azıcıkta olsa çektim. Ama ışık çok az olduğu için tripoda ihtiyaç vardı. Flaşta kullanamayınca fotoğraflar biraz flu oldu. Olsun, sonuçta o da bir anı. :) Bir dahaki sefere locadan bilet alacağım. Çünkü orada daha rahat fotoğraf çekebilirim ve makineyi koyacak yer oluyor :) Umarım yakalanmam :)

Oyun bittikten sonra salondan en son biz çıktık. Bol bol fotoğraf çektim orada. Tavanları çektim, ışıkları... Dekorasyon çok hoştu.

Birçok kişi bale ve opera kelimelerini duydu mu uzaklaşıyorlar konudan. Onlara hayatlarında bir kerede olsa bu ortamlara girmelerini tavsiye ediyorum. Ön yargılı olmamalarını, gitmeden ve o ortamı tatmadan kötülememelerini istiyorum ve diliyorum...

İşte benim çektiğim fotoğraflar; oyunun bitiminde sanatçılar seyircileri selamlarken ve herkes çıktıktan sonra salonun boş görüntüsü...


Seviyorum burasını ya....

7 Ekim 2009 Çarşamba

İyi ki doğdun!


Dün...
Yani 6 Ekim...

Canım arkaşım, dünyalar güzeli Dilara'mın doğum günüydü.

O bizden, Türkiye'den çok uzaklarda. Ama sanki yakınımızda gibi sıcaklığını hissediyoruz...

Sımsıcak gülüşü, güzelliği, tatlı sohbeti ve her zaman muhteşem görüntüsüyle, gönlümüzün prensesi Dilara...

Allah sana sağlık, mutluluk, huzur ve başarı versin, her şey gönlünce olsun.

Doğum günün kutlu olsun....

Çabuk gel, yapacağımız çok şey var ;)

4 Ekim 2009 Pazar

Bol fotoğraflı bir gün..

Cumartesi günü çok eğlenceli geçti.

Hava belki fotoğraf çekmek için uygun değildi, ama yine de güzel şeyler ortaya çıktığını düşünüyorum.

Kulüpten arkadaşlarla toplandık ve Sultan Ahmet Camisi meydanında buluştuk. Kalabalık bir kulübümüz olmasına rağmen malesef sadece 6 kişi gelmişti. Olsun, zaten az kişi daha çok eğlendik. :)

Hava kapalı olduğu için fotoğraflarım eski zaman fotoğraflarına benzedi.

Birazda ben öyle yapmaya çalıştım. Photoshoptan yardım aldım. Ama tamamen fotoğraflarıma hükmetmesine izin vermedim.



Ağaç gövdesini çektiğim bu fotoğraflarım bana sonbaharı hatırlattı. Zaten sonbahardayız. Ama yerlerde biraz daha fazla dökülmüş, kurumuş yaprak olsaydı hiç fena olmazdı. Bu seferlik öyle oldu.

Sonra bir tarafan yürüyüp, diğer taraftan fotoğraf çekiyorduk ki; 'Gevrek Simit' diye bağıran simitçi amcaya rastladık. Aslında simit almamız veya fotoğraf için para vermemiz gerektiği konusunda bize ısrar etti. Ama biz onu aldırmamaya devam ettik. Sağolsun yine de poz verdi, kızmadı bize.

Fena mı amca bak, görev başındayken bir fotoğrafın oldu...

Sonra caminin arkasında, oralarda bir yerde eski bir kulübe bulduk. Üstünü sarmaşıklar sarmıştı.

Gerçekten eski bir görüntüsü vardı. Yanında hurda diyebileceğimiz eşyalar vardı. Ama bir taraftan da yanındaki çiçekler ve yapraklar ona hala canlı ve yaşamakta olduğunu hatırlatıyor gibiydi.

Sonra burada birbirimize pozlar verdik, bol bol fotoğraf çektik. Nostaljik bir hava kattı bu mekan fotoğraflarımıza...



Bu güzel patiyi de unutmamak gerek. Bunu da arkadaşları beklerken çektim. Aslında sayfanın en başına koymam gerekiyordu ama böyle oldu... Bu kadar kibar ve zarif bir pati daha önce görmüşmüydünüz? Hem de bu güzel pati hamile bir anne kedinin patisine ait. Çok güzel değil mi? Sanki el sallıyormuş gibi...



Galata köprüsünden geçerken balıkçılara rastladık.

Her yaş grubu ve cinsiyette insan balık tutuyordu. Bazıları para kazanmak bazıları ise belki zevk için... Ama ordaki kimse boş değildi, amaçları vardı.

Galata Köprüsünden geçip taksime gitmek üzere karar verdik. Taksime tünelden tramvayla geçtik. Taksim her zamanki gibi kalabalıktı. Oturacak kafe bulmak için yürürken, bende ilgimi çeken mağazalara bakıyordum.



Taksimdeki eski mağazalar çok hoş gözüküyor. Özellikle bazı dükkanlar var ki tabelası, vitrini bile değişmemiş. Camlar ve kapılar eski. Yılların şahitliğini yapıyor...



İşte yine öyle bir vitrin dikkatimi çekti. Burası eski bir kırtasiyeydi. Ya da eski görünümü verilmiş bir kırtasiye...

Dükkanın içinde kırtasiye alanına ait eski eşyalar vardı. Tüyden kalemlar, mürekkepler, dolma kalemler... Özellikle de tüyden kalemler. Meraklıları için iyi bir hediye olabilir... Rengarenk, uzunlu kısalı tüyden kalemler, çok güzeller...

Düşünüyorum da; gelecekte belki kalem bile olmayacak, her şey elektronik olacak. Kağıt olmayacak, yazılarımızı ve notlarımızı küçük ekranlara alacağız. Bunlar bize uzak değil. Hayatımıza girmeye başladı bile...

Ve bebekler...



Bir sürü kız bebek... Zenci, esmer, kızıl, sarışın...
Dolu dolu, çeşit çeşit bebek. Hepsi de çok hoş gözüküyorlar. Özenle saçları yapılmış, kıyafetleri dikilmiş, hepsi gülümsüyorlar. Kaç tanesi konuşuyor bilmiyorum...

Böylelikle bu günü de güzelce tamamladık :)